Sefaletin sürekliliği: 1966 Strasbourg’dan bugünün Türkiye gençliğine

“Öğrenci, bir burjuva prototipi değil; sistemin gelecekteki sadık memuru olmaya zorlanan, bugünün kafası karışık esiridir.”
Mustapha Khayati, 1966
2025’in Türkiye’sinde, 19 Mart günü İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla birlikte öğrenci gençliğin sokağa dökülmesi bir tesadüf değil, Türkiye için uzun zamandır beklenen bir kırılma anıydı.
Bugün “barınamıyoruz” diyerek parklarda sabahlayan, “gelecek yok” diyerek kürsülere yürüyen, kendi meclislerini, çayhanelerini kurma iradesi gösteren öğrenci gençlik, yalnızca bir sosyal medya hashtaginin değil, daimî olarak bastırılmaya çalışılan tarihsel sözün taşıyıcısıdır.
Mustapha Khayati’nin “Öğrenci Hayatının Sefaleti” başlıklı manifestosu[1], 1966 yılında Strasbourg Üniversitesi’nde dağıtıldığında nasıl ki oportünist öğrenci örgütlerini, suskun akademiyi ve kapitalist üniversite düzenini teşhir etmişse; Türkiye’deki bugünün gençlik isyanı da bilinçdışı çeşitli nüveleriyle birlikte aynı yapısal körlüğü hedef tahtasına yerleştirmiştir.
Khayati’nin 1966’daki manifestosu, üniversite öğrencisinin karşı karşıya olduğu ekonomik, kültürel ve zihinsel yoksunluğu yalnızca bir yakınma olarak değil, sistematik bir çöküş biçimi olarak tarif ediyordu. Bugün Türkiye’de, öğrenci gençliğin yaşadığı sefalet yalnızca artan kiralar, yetersiz burslar, akademik baskılar ya da diplomanın hiçbir anlam ifade etmemesiyle sınırlı değil; yaşamın bütününe sirayet etmiş bir geleceksizlik duygusuyla iç içe geçmiş durumda.
Üniversite, düşüncenin serbest dolaştığı bir alan değil; sessizliğin, rekabetin ve uyumun kurumlaştığı bir fabrikaya dönüşmüş durumda. Bu bağlamda 19 Mart’tan beri ortaya çıkan öğrenci gençlik hareketleri, irade gaspına yönelik yalnızca güncel bir tepkinin değil, yapısal bir hayal kırıklığının patlak verdiği bir yer olarak görülmelidir. Strasbourg’da sefalet, o dönemin kendine özgü koşulları içinde şekillenmişti. Avrupa henüz ekonomik bunalımın eşiğindeyken sanayi işliyor ve henüz iş bulmak mümkündü. Yine de bu bolluk, öğrenciler için yönsüzlük ve can sıkıntısına dönüşüyordu. Bugün Türkiye açısından ise, öğrenci gençliğin karşı karşıya olduğu sefalet maddi olanaksızlık, siyasal baskı ve sistemin tümüyle işlemez oluşundan kaynaklanan bir çöküş halidir.
Dahası, bugünün gençliğine yalnızca pasif öğrenciler gibi değil, doğrudan üretim dışı bırakılmış bir sınıf gibi muamele edilmektedir. Oysa insan, en büyük üretici güçtür; gençlik ise bu gücün en yoğun, en yaratıcı hâlidir. Gençleri evlerinde oturtan; onlara her yerde acemi insan muamelesi yapan, toplumun her bir kesimiyle tüm düzen ideolojisidir. Gençler ucuz işgücü olarak kısa vadeli projelerde çalıştırılır ya da sonu gelmeyen eğitim süreçlerinde yaşlandırılarak tüketilir. Yönetim süreçlerine katılmaları, inisiyatif almaları sürekli ertelenir; “genç yetenek” sıfatıyla sisteme ancak uyum sağladıklarını kanıtladıktan sonra dâhil edilirler. Bu nedenle egemen ideolojinin “kuşak çatışması” söylemi de gerçekleri maskeler. “Gen-Z” bir yanıyla tehdit, bir yanıyla kullanışlı bir aparattır. Gençlik, yaşsal bir kategori değil; toplumsal olarak bastırılan bir üretici güçtür. Oysa her dönemin kendi gençliği vardır. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında gençlik, ulusun geleceği olarak görülürken; bugün sessiz, esnek ve ucuz bir işgücü olarak kurgulanmakta, üretim dışına itilmekte ve sistemin parçası olmaya razı edilene dek okullarda oyalanmaktadır.
Khayati'nin manifestosu, reform talebinden çok daha fazlasını dile getirir: Öğrencinin özneleşmesi çağrısıdır bu. Bugün Türkiye'de öğrenci gençliğin karşısında duran yalnızca politik baskılar ya da ekonomik eşitsizlik değil, aynı zamanda 'normal' kabul edilen yaşam biçiminin ta kendisidir. Üniversiteye girmek, mezun olmak, iş bulmak ve sistemin sadık bir işgücü olmaktan ibaret olan bu çizgi artık ikna edici değildir. Öğrenciler, bu anlatıyı reddettiklerinde yalnızca bir eylem yapmış olmaz; toplumsal rolün dışına taşarak onu dönüştürme iddiası taşımış olurlar.
Peki dönüşüm nasıl gerçekleşir? Öğrencinin özneye dönüşmesi, yalnızca protesto etmekle değil; kendi konumunu, bilgiyle kurduğu ilişkiyi ve gündelik yaşam pratiklerini sorgulamasıyla mümkündür. Üniversiteyi bir kurum değil, bir mücadele alanı olarak görmek, bu anlayışla üniversitenin her bir noktasında yeniden mevzilenmek; bilgiyi edinilmesi gereken bir malzeme değil, dönüştürülmesi gereken bir güç olarak kavramak bu sürecin parçası olarak değerlendirilebilir. Öğrenci gençlik ancak kendi sözünü üretmeye başladığında, temsil edilmektense kendi adına konuştuğunda, gündelik yaşamın her alanını siyasallaştırdığında bu pasiflik yerini tarihsel faillik iddiasına bırakır. Marx'ın okulu bir fabrika olarak nitelendirdiği gibi, bugünün üniversitesi de ideolojik üretim yapan bir kuruma dönüşmüş durumdadır. Öğretim üyeleri işçi, öğrenciler ise piyasaya sürülecek ürünler gibi değerlendirilmekte; bilgi üretimi yerini rekabet ve performansa bırakmaktadır.
Öyleyse mesele, yalnızca öğrenci hayatının sefaletine karşı çıkmak değil; bu sefaletin üretildiği tüm koşulları tanımak ve değiştirme iradesini kolektif bir çabaya dönüştürmektir. Burada söz konusu olan, yaşamın bizzat kendisidir. Bugünün gençliği yalnızca daha iyi koşullar talep etmiyor. Yeni bir yaşam, yeni bir düşünme biçimi ve yeni bir birlikte var olma etiği arıyor. Bu arayış, tam da “geleceğin tasavvur edilmesi değil, bugünün değiştirilmesiyle” ilgilidir. Öğrenci gençlik, yeniden politik özne olarak sahneye çıkmakta ve bilgi ile iktidar arasındaki bağı bir şekilde sorgulamaktadır. Bu yönüyle bugün gençliği; liselisi, üniversitelisiyle birlikte artık yalnızca kendi sıkıntılarını değil, sistemin topyekûn tıkanmışlığını teşhir etmektedir. Geçmişin 'okuyup memur olmak istemiyoruz' çıkışları, yerini düzenin ümit vermeyen boşluğuna karşı yönelen bir isyana bırakmıştır.
Dolayısıyla günlerdir ortaya çıkan gençlik eylemleri yalnızca güncel bir protesto değil, kökü derinlerde olan bir kopuştur. Bu kopuş, 1966’da Khayati’nin gençlik için yazdığı manifestonun düşünsel patikasında yürümektedir: Bugünün üniversitesinin çizdiği alanı reddetmek, çünkü düşünce üniversiteden daha büyüktür. Geleceği reddetmek, çünkü şimdi her şeyden daha acildir. Öğrenci konumunu sorgulamak, çünkü hakiki özne olmanın yolu önce kendi konumunu sorgulamaktan geçer. Sefalet devam ediyor olabilir ama artık sefaletin içinde suskunluk yok. Ses var, öfke var, hareket var.
Kaynakça
Khayati, M. (1966; 2021). *Öğrenci hayatının sefaleti* (M. Yetkin, Çev.). İstanbul: Sel Yayıncılık.
[1] Öğrenci Hayatının Sefaleti (1966), Sitüasyonist Enternasyonal üyesi Mustapha Khayati tarafından kaleme alınmış radikal bir manifestodur. Strasbourg Üniversitesi'nde öğrencilere dağıtılan bu metin, öğrenci yaşamının ekonomik, politik, entelektüel ve cinsel boyutlardaki sefaletini teşhir eder. Üniversitenin burjuva toplumunun ideolojik yeniden üretimindeki rolünü sert biçimde eleştirir ve öğrencileri devrimci öznelere dönüşmeye çağırır. Metin, 1968 Mayıs olaylarının düşünsel zeminini hazırlayan metinlerden biri olarak kabul edilir.
(BSŞ/HA)