Lübnan’ın sokağı: Sadece öfkeli mi olacağız?

2019 yılında Lübnan, tarihinin belki de en kitlesel sokak gösterilerine tanıklık etti. Yeni vergi paketiyle başlayan tartışmalar, kısa bir süre içinde büyüyerek ülkedeki mezhepçi statükoyu hedef halan bir renge büründü.
Ülke çapında meydanların dolduğu, yer yer polisle ve diğer siyasi gruplarla şiddetli çatışmaların yaşandığı eylemler, hükümetin istifasıyla sonuçlandı. Buna ek olarak, 2022’de düzenlenen genel seçimlerde protesto ruhunu taşıyan bazı adaylar meclise girmeyi başardı. Yine de Lübnan’ın mezheplere dayalı siyasi/toplumsal düzenindeki taşlar yerinden oynamadı.
Ancak mezhepçi geleneksel düzenin radikal bir şekilde sorgulanıyor olması bile, Lübnan’daki gösterileri yeniden ele almayı değerli kılıyor.
Kimi eylemcilerin -belki biraz iddialı bir ifadeyle- ‘thawra’ yani ‘devrim’ dediği 17 Ekim Protestoları sırasında gazeteci olarak Lübnan’daki gelişmeleri yerinde takip etme fırsatım olmuştu. Biraz bu gözlemlerden, biraz da Lübnan tarihine uzanarak, kitlesel sokak hareketlerini ele aldığımız “Kayalara Çarpan Dalgalar” serisi kapsamında Lübnan örneğini masaya yatıracağız.

Kayalara Çarpan Dalgalar
Mezhep ve açlık
Tıpkı aynı dönemde karşımıza çıkan Şili örneğinde olduğu gibi, Lübnan’da da her şey ilk bakışta ‘basit’ görünen bir olayla başlar. Hükümetin 17 Ekim’de önerdiği yeni ‘vergi paketi’ kapsamında Whatsapp ya da FaceTime gibi internet üzerinden yapılan görüşmelerin vergilendirilmesi gündeme gelir. Bu karar, ekonomik krizin boğucu etkisi altındaki halkın yıllardır biriktirdiği öfkenin sokağa taşmasına neden olur.
Bu patlama anının bir tesadüf olduğunu söylemek güçtür. Zira istikrarlı bir düşüş içerisinde olan Lübnan ekonomisi, işlemeyen idari yapısıyla birleşince toplumsal yaşam içinden çıkılmaz hale gelir. Lübnan Lirası %90 değer kaybederken, işsizlik %25’lere ulaşır. Genç işsizlik oranı ise neredeyse iki katıdır. Borcun GSYH’ye oranı %150’yi aşarak 2008’den beri görülen en yüksek düzeye ulaşır. IMF’nin dayattığı kemer sıkma politikaları da 2018’den itibaren kamu harcamalarında yapılan kesintilerin artırılmasına neden olur. Zaten esamesi okunmayan sağlık ya da ulaşım gibi kamu kuruluşları daha da işlevsizleşir.
Ekim ayında tütün, akaryakıt ve hatta sosyal medyanın vergilendirilmesi, bu sebeple bir ayağını siyasi krize, öbür ayağını ise ekonomik krize basan bir halk öfkesini doğurur. Ekonomik darboğazın siyasi statükoyla olan ilişkisi, sokakta kendini gayet net bir şekilde gösterir.
Lübnan’da siyasi yönetim mezhepsel temellere dayanır. Ana akım siyasi güçler, bu mezheplerin birer temsilcisi olarak kendilerine rol biçerler. Liderlikleri ise son derece açık bir şekilde söz konusu mezheplerde nüfuzu güçlü olan hakim sınıf temsilcilerinden oluşur. Lübnan toplumsal yapısının feodal köklerinden beslenen bu partilerin liderleri, genelde ülke sermayesinden aldığı pasta payı epey dolgun olan belli başlı ailelerin kontrolü altındadır.
Mezhepler sadece ülke yönetiminde değil; hayatın her alanında kendisini dayatır. Merkezi bir yapının söz konusu olmadığı Lübnan’da ulaşım, eğitim, elektrik-su altyapısı ya da sağlık, bu mezhepçi yapıyı yansıtarak parçalı bir tablo ortaya koyar. Bir araya geldiğinde hiçbir bütünlük sunmayan bir yapbozu andıran bu toplumsal hayat, ekonomik krizle birlikte daha da can yakıcı hale gelir.
‘Yumurta’nın anlattığı tarih
Lübnan İç Savaşı’ndan (1975-1990) sonra imzalanan Taif Anlaşması’yla birlikte mezhepçi statükonun gölgesi ülkede varlığını sürdürür. Bu gölge, altyapının çürümesiyle kendini somut bir şekilde hissettirir. Kendi haline bırakılmışlığın sembollerinden biri de başkent Beyrut’un kalbindeki Şehitler Meydanı’nın hemen dibinde yer alıyor.
O günlerde meydandan yükselen ‘devrim’ yazılı sıkılı yumruğun dibindeki çadırların hemen ardına baktığımızda, ismine ‘Yumurta’ denilen bir bina göze çarpıyordu... Brutal bir mimariye sahip bu yapı, 1960’larda bir sinema salonu olarak tasarlanır fakat inşası İç Savaş nedeniyle bir türlü tamamlanamaz. O gün bugündür boş bir harabeden ibaret olan Yumurta, çıkmaz sokağa giren Lübnan toplumsal düzenin bir metaforu olarak gösteriliyor.

Ancak protestolar sırasında ‘Yumurta’, içinden bambaşka bir hayat doğurur. Her ne kadar tamamlanmamış olsa da rahatça içine girebileceğiniz bu yapının içindeki ‘sinema salonu’, eylem günlerinde akademisyenlerin öğrencilerine ders verdiği bir alana dönüşür.
Binanın gri ve sıvasız duvarları, eylemlerin sembol sloganlarına tuval olur. Aralarında en dikkat çekeni, salonun sol duvarını tamamıyla kaplayan bir duvar yazısı: “Hangisi daha korkunç: Mezhep mi, açlık mı?” Alt kata indiğinizde ise bir sütunda sizi ‘Lenin’ imzalı bir söz karşılıyor: “Kapitalistler bizim onları asacağımız halatları bize satmaya çalışacak.”[1] Yazılamaya, sözün gerçekçi sertliğine aldırmayan bir gülen surat ifadesi eşlik ediyor.

Talepler neydi?
Her kitlesel sokak ayaklanması gibi, Lübnan’da da 2019 yılında sokağa çıkan kesimlerin siyasi/demografik arka planı büyük bir çeşitlilik içerir. O günlerde meclis binasına doğru bir yürüyüş esnasında, siyaset bilimi öğrencisi bir gence “protestolara katılarak ne amaçladığını” sormuş, “Yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı sokaktayım” yanıtını almıştım. Kendisi ve sokaktaki milyonlarca insan en basit toplumsal haklardan mahrum bırakılırken, yöneticilerin kendi dünyalarında yaşamaya devam etmesinden rahatsız olduğunu belirterek şöyle devam etmişti:
“Kaç haftadır sokaktayız, bir şeyin değiştiği yok. Halkımızın ufku da oldukça karanlık, hatta yok! Şu anki yöneticilerin istisnasız hepsi savaş suçlusu. Bizi, [Dönemin Başbakanı Saad] Hariri ya da bir başkası arasında yapılacak bir seçime zorlayarak olası çözümleri de kendi tekellerine almak istiyorlar. Fakat nasıl olursa olsun, bizi dinlemek zorunda kalacaklar, çünkü biz kendimizi dinleteceğiz.”[2]
Trablusşam’da eylemler
Aynı eylemciye göre, ülkedeki eylemlerin geçmişteki benzerlerinden en büyük farkı, “başka şehirlerde de devam ediyor” oluşuydu. Bu yorum, o günlerde pek çok kişi tarafından vurgulanır. En dikkat çekici örnekse ülkenin kuzeyindeki Trablusşam kentinde yaşananlar. Sünni çoğunluğuna sahip Trablusşam, yakın tarihte ‘muhafazakâr bir kent’ olarak değerlendirilir. Bu kentin sokaklarında Lübnan solu için kanlı bir geçmiş yatar. ‘Tevhid’ isimli Sünni İslamcı grup, 1983 yılında Lübnan Komünist Partisi’nin (LKP) liman yakınındaki merkezini basarak 40’ı aşkın komünisti öldürüp denize atar. 2010’larda ise Suriye’deki savaş ile birlikte kentteki Alevi mahallelerinde de çatışmalar yaşanır.
Gerçekten de Trablusşam’a gittiğinizde bu kentin mezhep fark etmeksizin diğer Lübnan kentlerinden daha farklı bir toplumsal/siyasal yapıya sahip olduğunu hissedebiliyorsunuz. Mesele sadece ‘Sünnilik’ meselesi de olmasa gerek. Örneğin bir diğer önemli Sünni nüfus çoğunluğuna sahip kent olan Sayda da, ilk bakışta dindar ya da muhafazakâr bir kent. Fakat burası, Nasırcı Halk Örgütü’ne (NHÖ) ya da Demokratik Halk Partisi (DHP) gibi kendi komünist hareketlerine de ev sahipliği yapar. Her iki kentin sokaklarında yürürken zaten din veya mezheple açıklanamayacak bu derin farkı rahatlıkla görebiliyorsunuz.
Bu sebeple, 2019’daki eylemlerin Trablusşam’da büyük bir yankı bulması, tüm Lübnan için umut verici olur. Yaşananlar, protestoların mezhep odaklı olmadığını gösterir. Nitekim eylemlerin devamında başlayan pandemiyle birlikte Lübnan’da ekonomik kriz derinleşince Trablusşam bu eylemlerin de önemli bir adresi haline gelir.

Hizbullah’ın konumu
Eylemler sırasında en çok merak edilenlerden biri Hizbullah’ın pozisyonuydu. Öyle ki yer yer Hizbullah ve bir diğer Şii hareket olan Emel’in üyeleri ile göstericiler arasında çatışmalar yaşanır. Hatta kimi zaman ülkenin çeşitli yerlerinde eylemcilere ait çadırlar ateşe verilir. Konunun detaylarını o günlerde Güney Beyrut’ta Hizbullah Milletvekili Dr. İbrahim Ali Al-Mussawi’ye sorma şansı bulmuştuk.
Hizbullah’ın bu gösterileri nasıl baktığını sorduğumda Mussawi’nin ilk yanıtı, saldırı haberlerinin aksine son derece ‘olumluydu’:
“Protestoların talep ettiği ve istediği şeylerin çoğunu destekliyoruz, çünkü biz de aynı şekilde ıstırap içerisindeyiz (…) Genel olarak protestolar halkın toplumsal ve ekonomik ıstırabıyla yükselen bir haykırış. Ve hükümet mümkün olduğunca çabuk bir şekilde bu insanların dertlerine kulak verme amacıyla kurulmalı. Biz bu konuda fikrimizi hiç değiştirmedik. Bizim tüm sorunu yeniden ele almamız gerekiyor çünkü bu Lübnan’ın yapısal bir sorunu.”
Gerçekten de protestoların ilk günlerinde dönemin Hizbullah lideri Hasan Nasrallah (1960-2024) bir açıklama yapar ve göstericilerin savunduğu taleplerin “haklı ve meşru” olduğunu söyler. Ancak daha sonra Hizbullah farklı bir tavır alır. Bu tavır değişikliğini Mussawi’ye sorduğumda, “İsrail ile ABD’nin gösterilerdeki olası payına” işaret ediyordu:
“Korktuğumuz şey, diğer her yerde olduğu gibi, ABD’nin, Batı’nın buraya atlayıp kendi planlarını ve gündemlerini yerleştirmeleri. Son zamanlarda yaşanan buydu geçekten, her yerde gördük. ABD’lilerin sembollerini, mottolarını, vb. yükselttiklerine şahit olduk ki bunlar ille de protestoların talepleriyle örtüşmüyordu. Bu nedenle Hizbullah’ın destekçileri bile, Nasrallah’ın kendilerini sokaklardan çıkartmasını istedi. Çünkü biz herhangi bir çatışmanın yaşanmasını istemiyoruz. Aynı zamanda protestocuların taleplerini desteklemeye devam ediyoruz.”[3]

Yıkılmayan tek ‘komünist’ çadır
Mussawi’nin de işaret ettiği üzere protestolar gerçekten tüm Lübnan’a yayılır. Çatışmalar da öyle. Hizbullah’ın kalelerinden biri olan Nebatiye’nin hemen yanındaki Kfar Roummane ise biraz daha özel bir yere sahip. Komünist geçmişinden dolayı yerelde ‘Kfar Mosku’[4] olarak bilinen bu yerleşimde kurulan direniş çadırı, eylemler süresince ‘yıkılmayan’ tek çadır oldu.
Kfar Roummane’deki eylemcilerden, LKP üyesi Abu Ali de ülkedeki mezhep temelli siyasi hattı eleştirerek başlıyor söze: “İktidarın tüm partileri din temelli: Emel, Hizbullah, [İlerici] Sosyalist Parti, Falanjist Parti... İstediğimiz yeni ve genel bir seçim. Ve bu seçimin dinler arasında olmamasını sağlamak. Biz mezhepçi bir sisteme karşıyız. Üstelik tüm sorunlarımız birbirine bağlı: Ekonomik, mezhepsel, toplumsal sorunlarımız... Hepsine birden cephe aldığımız için yaşananlara ‘devrim’ diyoruz.”
Daha sonra çadırdaki eylemcilerle Kfar Roummane hakkında konuşmaya başlıyoruz. Aynı alanı paylaştıkları Emel ve Hizbullah ile protestolar boyunca neler yaşadıklarını soruyoruz. Hep bir ağızdan ilk günler hiçbir sorun olmadığını ancak ardından günler boyunca şiddetli çatışmalar yaşadıklarını söylüyorlar. Daha sonra Abu Ali yeniden sözü alıyor: “Nebatiye’den, çevre köylerden, tüm inançlardan insanlar bizim çadırımıza geldi. Başta 100 küsur kişiydik, onlar 400-500 kişiydi ve bizim çadırımıza saldırdılar. Ama biz hepsini yere serdik. Sabah akşam buradayız. Nebatiye’deki çadırı üç kez yıktılar. Buraya da 4 kez saldırdılar ama bir kere bile dokunamadılar. Bu çadır tüm Güney’in sembolüdür, Şiiler, Hıristiyanlar, Sünniler, Dürziler... daima birlikte yer alıyoruz.”[5]

Felakete doğru
Peki eylemlerin sonucunda ne oldu? İlk bakışta Hariri’nin görevinden istifa edişi bir kazanım olarak görülebilir. Öyledir de. ‘İstifa’ sloganlarının ardından, o sloganın muhatabı görevini bırakmak zorunda kalıyorsa, elbette bu bir başarıdır. Fakat bu istifanın ardından ülkenin siyasi yapısında herhangi bir ciddi değişim yaşanmaz. Siyasi ve ekonomik güç hâlâ aynı kesimlerin elindedir.
Lübnan’ın kronikleşen siyasi ve toplumsal açmazları şiddetlenerek devam ederken, ekonomik anlamda ülke geri dönülmez bir çöküşe sürüklenir. Enflasyon %300’ü aşar, döviz krizi nedeniyle müşteriler bankalarda bulunan kendi paralarını çekemezler. Hatta bu sebeple bir dönem ‘kendi parasını silah zoruyla bankadan alan’ Lübnanlıların sayısı epey bir artar.
Tüm bu sorunlar, İsrail’in bir yılı aşkın süredir devam eden saldırganlığıyla da birlikte tam anlamıyla bir felakete dönüşür. İsrail işgali ve hava bombardımanları sadece Hizbullah’ın askeri tesislerine ya da sivil yapılara yönelik değildir; aynı zamanda su kaynakları ya da elektrik merkezleri gibi Lübnan için hayati derecede öneme sahip olan altyapı tesisleri de büyük hasar alır.
Sokağa taşan öfke
Bugün, Lübnan toplumunun ezici bir kesimi Siyonist işgalin pençesinde ekonomik anlamda dayanılması güç bir yaşam sürüyor. “O halde Lübnan’daki eylemler hiçbir işe yaramadı?” mı diyeceğiz, yoksa “Bir ihtimalleri vardı, onu da kaçırdılar” mı? Böylesi alelacele yorumlar, ancak gündelik siyasetin sığ analizlerini besler. Zaman aktığı sürece her türlü deneyim bir köşede birikmeye devam ediyor. Lübnan toplumu, belki uzun bir aradan sonra ilk kez kendi mezhepçi düzenine ve belli ölçülerde onun sermayedeki yansımalarına karşı kılıç çekme cesareti gösterdi. Hiçbir toplumsal hareketin ‘başarısını’ garantileyecek bir noter onayı yok. Dolayısıyla eksiklerini görmek kaydıyla bu çabaların ta kendilerinin de değerli olduğunu unutmamak gerek.
İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarını henüz yoğunlaştırmadığı bir dönemde, 2022 yılında LKP Siyasi Büro Üyesi Raghid Jraidini ile bir söyleşi yaptığımızda, aradan geçen zamanın ardından 2019 eylemlerinin soğukkanlı bir değerlendirmesini yapmıştı. Dayanılması güç ekonomik koşullardan söz ederken “Sizce bu öfke ve yorgunluk bir aşamada doyum noktasına ulaşacak ve sokağa çıkacak mı? İnsanlar nereye kadar buna dayanabilir?” sorusuna Jraidini’nin verdiği yanıt, bugün konuştuğumuz konuyu özetler nitelikte. Bu sebeple son sözü Jraidini’ye bırakmak daha ufuk açıcı olabilir.
“İnsanları içinde bulunduğumuz krize karşı seferber edebilme kapasitesine sahip olma noktasında siyasi hareketlerin ve partilerin üzerinde büyük bir sorumluluk var. İnsanlar sokağa çıkacak, bu kesin. Herhangi bir şey olduğunda insanlar sokağı kullanıyor. Oysa önemli olan şey şu: Olası bir sokak performansına yön verebilecek bir siyasi hareket var mı? İnsanlar sadece öfkeli bir şekilde bağıracak mı? Yoksa bu insanlar tarafından yaratılan bir siyasi hareket olacak mı? Bir şey talep ediyorlar mı? Yoksa sadece öfkeliler ve bağırıyorlar mı? Bu ikilemi Lübnan’da 2019 Ayaklanması sırasında yaşadık. Gerçek bir değişim talep edip alternatif bir program sunarak (ya da gelecekte tartışılmak üzere alternatif program fikri dile getirerek) seferber olan kişiler belki azınlık değildi, ancak kesinlikle çoğunluk değildi. Oradaki çoğu kişi sadece orada olmak ve öfkeli olmak için toplanıyordu. Ancak bu onların suçu değil, siyasi gruplar olarak aslında bizim suçumuz. İnsanları bizim mücadelemize katmaya ikna edecek bir program sunmayı başaramadık, hâlâ da zorlanıyoruz. İnsanlar bakıp, ‘Evet, ben şunu, şunu, şunu istiyorum. Sadece şu, şu, şu nedenden öfkeli değilim’ diyebilmeli. Bu, özellikle sol partilerin ve hareketlerin ülkeye sol bir alternatif sunabilmek adına alması gereken bir sorumluluk -ki bizim ülkemizde böylesi bir alternatif hiç düşünülmedi.”[6]
Dipnotlar:
[1] Bu söz, çoğu zaman Karl Marx, Vladimir Lenin ya da Joseph Stalin imzasıyla sık sık sosyal medyada paylaşılıyor. Ancak bu sözün nerede kim tarafından söylendiği, hatta söylenip söylenmediği bir tartışma konusu. Burada önemli olan, eylemcilerin anonim de olsa bu sözü düşünmeleri ve onu Lenin ile özdeşleştirmiş olmaları.
[2] Kavel Alpaslan, Lübnanlılar durmuyor: Mezhepler değil açlık önemli, Gazete Duvar, 7 Ocak 2020.
[3] Kavel Alpaslan, Hizbullah Milletvekili Al-Mussawi: İhanet ABD'nin alışkanlığıdır, Kürtlere etmedi mi?, Gazete Duvar, 18 Ocak 2020.
[4] Levant Arapçasında ‘Kfar’, ‘köy’ anlamında kullanılıyor. ‘Kfar Mosku’ ise ‘Moskova Köyü’ anlamına geliyor.
[5] Kavel Alpaslan, Hizbullah'ın kalbindeki komünist kasaba: Eylemin yıkılmayan çadırı Kfar Roumanne, Gazete Duvar, 17 Ocak 2020.
[6] Kavel Alpaslan, Lübnan’da ekonomik kriz: 'Emekçiler iç savaştan daha zorlu günleri yaşıyor', Gazete Duvar, 17 Ağustos 2022.
Kayalara Çarpan Dalgalar
-
Unutulmuş olanın geri dönüşü: Bellek, geleceksizlik ve direniş - Beril Sercem Şengül (5 Nisan 2025)
-
Hindistan: Bir genel grevin gücü neye yeter? - Kavel Alpaslan (5 Nisan 2025)
-
Krizin meydanlara taştığı an: İspanya’da 'Öfkeliler' hareketi ve siyasi mirası - Diyar Saraçoğlu (5 Nisan 2025)
-
Sokağın öğrettikleri: Şili’deki gösteriler - Kavel Alpaslan (7 Nisan 2025)
-
Yunanistan’da kemer sıkma karşıtı hareket (2010-2012) ve etkileri – Diyar Saraçoğlu (7 Nisan 2025)
-
Sarı Yelekliler Hareketi: Bir Fransız öfkesi - Gülgün Günal (8 Nisan 2025)
-
Wall Street’ten yükselen itiraz: %99’un mücadelesi ve işgal siyaseti - Diyar Saraçoğlu (8 Nisan 2025)
-
Lübnan’ın sokağı: Sadece öfkeli mi olacağız? - Kavel Alpaslan (9 Nisan 2025)
-
Mısır’da 2011 ayaklanmaları: Tahrir Meydanı’ndan yükselen değişim - Diyar Saraçoğlu (9 Nisan 2025)
(KA/VC)