Maşrapacı

“Bir kayık; biri dümenci, diğeri kürekçi, öteki maşrapacı, üç kişiyle yol alıyormuş. Kayık su aldığı için tutulmuş olan maşrapacının görevi bu suyu sürekli dışarı boşaltmakmış. Bir gün kayığın dibindeki deliği fark eden ve suyun nereden geldiğini anlayan maşrapacıyı bir düşüncedir almış.
Şimdi, gördüğü deliği diğerlerine anlatıp kapatma yolunda çaba gösterse, sonuçta işinden olacak. Deliği görmezlikten gelip suyu altın maşrapayla mı yoksa gümüş maşrapayla mı boşaltmak daha iyidir türünden tartışmalar yaratıp mesleğini ‘geliştirmek’ çabasını gösterse, artık asıl sorunu bildiği için mesleği kendisi için anlamsızlaşacak, mesleğine ve kendine yabancılaşacak.
Bu arada, dümenci kayığı hep daha sığlara götürdüğü için zaman zaman karaya oturan kayıkta başka delikler de açılmaya başlamış. Böylece, deliğin neden açıldığını da anlayan maşrapacı, deliği kapatmaktan başka kayığın yönünü engin denizlere doğru çevirmek, açılmak, bilinmeyen yenilere ulaşmak gerektiğini düşünmeye başlamış.
Maşrapacı daha ne kadar maşrapalamaya katlanacak dersiniz?”
Hikâyenin hikâyesi
Okuduğunuz bu kısa hikâyeyi seksenli yılların sonunda Ankara Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu üyeleri, diyalektik tarihsel materyalizmi kullanarak kolektif olarak yazmıştık. Bu hikâye ile günümüzde yaşanan sorunların ilk bakışta kolaylıkla fark edilebilen, görünen ara nedenlerinin yanı sıra, bunları da ortaya çıkaran temel nedeni görmeye, bilmeye çalışmanın önemine dikkat çekmeyi hedeflemiştik. Bunların yanında, sorunları önlemek, olumsuzlukları olumlu olanla değiştirebilmek için tutum alabilmenin önemini ve bunun için kişiye düşen sorumluluğun da farkına varılmasını istemiştik.
Dibi delik bir kayıkta maşrapacı olmakla günümüzde her birimizin ekmeğini kazanabilmek için mesleğini icra ederken ki sorumluluklarımız ve tutumlarımız büyük oranda örtüşüyor. Bir yanda kendimize, meslektaşlarımıza olan sorumluluklarımız, diğer yanda hizmet sunduğumuz kişilere ve nihayetinde de topluma ve geleceğe yönelik olan sorumluluğumuz. Hekimler, hemşireler, öğretmenler, avukatlar, savcılar, hakimler, gazeteciler, televizyoncular vb. olarak bütün bu meslek sahipleri meslektaşlarına-mesleklerine ve topluma karşı olan sorumluluklarını yerine getirebilmek için kaygı duyuyor, çaba gösteriyor mu?
19 Mart 2025 İsyanı yaşandığına göre, toplumun büyükçe bir kısmının “bu koşullarda maşrapacı olmaya katlanmayacağını” ilan ettiğini söyleyebiliriz. Ancak, maşrapacı olmayı ısrarla sürdürmek isteyenleri de görüyoruz.
Maşrapacı kalmak ısrarı, meslek etiği ihlaliyle mümkün
Geçtiğimiz hafta iddiaya göre, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bir grup erkek hekimin kendi arasında kurduğu bir sosyal medya grubunda özellikle kadın hastaları için kullandıkları tanımlamaları, cinsiyetçi hatta suiistimal eden yaklaşımlarını basın yoluyla öğrendik. İdari soruşturma devam ederken ilgili kurum, bu hekimleri açığa aldığını, TTB de iddia edilen söz konusu olayı “hem hekimlik meslek etiği kurallarına ve hasta haklarına aykırı olması hem de hekim-hasta arasında olması gereken güven ilişkisini zedelemesi bakımından kabul edilemez bulduğunu” ve olayı yakından takip ettiğini açıkladı. Böyle bir durumda mağdurların başvurusu beklenmeksizin ilgili tabip odası yönetiminin resen soruşturma kararı alması ve tabip odasının onur kurulunu görevlendirmesi gerekiyor. Bu örnek, kamuoyunun haberdar olabildiği ve takip edilmesi gereken ve takip edilebilecek bir olay olarak önümüzde.
Peki, son yıllarda yargının siyasallaşmasına ilişkin iddialar için ne söylenebilir? Kendilerine bizzat amirlerinden ve/veya hükümetten gelen yönlendirmeler-telkinler-ricalar karşısında mesleki tutum almayıp ‘isteneni’ yerine getiren hâkim ve savcılar için ne diyebiliriz? Bu meslek sahiplerinin, meslek etiği kurallarına uyarak, baktıkları dosyalarda aleyhte ve lehte yeterli delil olup olmadığından başlayarak eksiklerin tamamlanması ve somut delillere dayalı olarak kanaat oluşturup, karar vermesi beklenir. Ancak, özellikle 15 yıla yakın bir süredir bunun aksinin bizzat yargı organları eliyle de kanıtlandığı birçok olayın tanığıyız. Bu durumun özellikle siyasi tutuklu ve hükümlülerin dosyalarında yaşandığı da bazı hukukçular ve barolar tarafından da paylaşılıyor.
Bütün muhalefetin gözü önünde
Benzer bir örneği görsel medya üzerinden de verebiliriz. Örnek olay, son zamanlarda muhalefetin neredeyse bütün taraflarınca düzenli olarak izlenmekte olan Halk TV’de yaşandı. Ana haber programında 10-12 Nisan günlerinde, en az üç gün boyunca “DEM Parti Eş Genel Başkanlarının da Cumhurbaşkanı ile görüşecek İmralı Heyeti’nin içinde olmak istedikleri ancak, bu talebin cumhurbaşkanlığı tarafından kabul edilmediği” anlamına gelen haber yapıldı. Bu ısrar dikkatimi çektiği için partinin ilgili birimlerine böyle bir başvuru olup olmadığını sordum. Aldığım yanıt, “hayır” oldu. Haberi hazırlayanların ve sunan kişinin bu haberi hangi kaynağa dayandırarak, üstelik üç gün üst üste kamuoyuna sunduğu doğrusu merak konusu. Hem de Türkiye’de son kırk yılı silahlı çatışmaları da içeren en az yüz yıllık bir meselenin-Kürt meselesinin bir biçimde çözümünün kapısını aralayan gelişmeler yaşanırken. Barışın, silahların susması bölümünün kalıcı bir biçimde hayata geçirilmesi olanağının sağlanabileceği aşamasında böylesi bir tutum dikkat çekiyor. Bu haber sırasında kullanılan dil ve üslubun, bunun kamuoyunu haberdar etmenin yanı sıra, itibarsızlaştırma ve karalamayı hedeflediği izlenimini de verdiğini ayrıca belirtmek gerekir.
Yukarıdaki örneklerin üçünde de maşrapacılar hem kayığın dibindeki deliği bilen hem deliğin kayığın sığ sularda yüzmesi nedeniyle açıldığını bilen; ancak bunları görmezden gelip, kendi bekaları için “gümüş maşrapanın mı yoksa altın maşrapanın mı daha iyi olduğu” tartışmasını yapanlardan oluşuyor.
Reddedenler çoğunlukta
Oysa, içinde bulunduğumuz sistemin, rejimin organize ve sistematik tüm dayatma ve baskılarına rağmen, “dibi delik bir kayıkta maşrapacı” olarak kalmayı kabul etmemek de mümkün. En son 19 Mart İsyanı'nda üniversiteliler, gençler bunun en güzel örneğini verdi. Ardından tutuklanan gençlerin anne ve babaları, aileleri de; sen yanlış yapmadın, aferin dik dur, seninle gurur duyuyoruz, diye haykırdılar çocuklarına. Öğrencileri son anda uzatılan bayram tatili de durduramadı. Pek çok kent meydanında bir araya gelerek ortaklaştıkları taleplerini ve hedeflerini paylaşmaya devam ettiler.
İki gün önce, bu hafta başında çok uzun zamandır eylemlerde görmediğimiz bir yaş grubunda, liseliler arasında da maşrapacı olmayı reddedenlerle tanıştık. Türkiye genelinde özel program ve proje uygulayan 30’dan fazla lisede 20 binden fazla öğretmeninin sürgün edilmesi öğrenciler ve velileri tarafından okul bahçelerindeki oturma eylemleriyle protesto edildi. Görünen o ki 19 Mart İsyanı'nı yaratan kıvılcımın etkisi bir süre daha devam edecek. Maşrapacı olmayı reddedenler tanışacak, ortaklaşabildikleri kısa vadeli amaçları için hep birlikte tutum alabilecek. Üniversiteler, okullar yeniden sahiplerinin, öğrencilerin olmaya başladı. Sıra meydanlarda, sokaklarda…
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'nun bianet'te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın. (OH/TY)