Haklar geriye gidemez: İnsan haklarını savunmak

Bir çocuğun ölümü ya da zarar görmesi hepimizi sarsar. Çaresizlik, suçluluk, korku, yas ve en çok da öfke… Bu duygularla birleşmek, yasımızı ve öfkemizi birlikte yaşamak, toplumsal olarak bizi güçlendiriyor. Ama bu ortak öfkeyle ne yaptığımız çok kritik.
Çünkü öfke hem yıkıcı hem de yapıcı bir güç taşıyor içinde. Şunu sormak zorundayız: öfkenin yapıcı tarafını birlikte güçlendirebilir miyiz? Öfkenin harekete geçiriciliğini arkamıza alarak çocukların yaşam hakkıyla birlikte tüm hakları için mücadele edebilir miyiz?
Acıdan yükselen öfke sesleri emsal bir karar istiyor, acıyı dindirmesi umut edilen bir cezalandırma istiyor. Bu sesler öyle bir yere varıyor ki Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin ve yasaların yok sayılmasını gerektiren kararlar talep ediliyor. Bu noktada talep edilenin nereye uzandığını konuşmak gerektiğine, öfkemizi yeniden konumlandırmaya ihtiyaç duyduğumuza inanıyorum.
İhtiyaç ve talebimiz ortak: yaşananı onarmak ve yeniden yaşanmasını önlemek. Bunun için adaletin sağlandığını hissedeceğimiz bir sürece ve önleyici bir yaptırım gücüne ihtiyacımız olduğu açık. Ama bu arayışta çok ince bir çizgideyiz. Dikkat çekmek istediğim tam da bu: Adalet duygusuyla hareket ederken, sistemsel sorunların görünmez kılınması ve çocuk hakları alanında yıllar içinde kazanılmış hakların geri döndürülmesinin meşrulaşması çok tehlikeli bir noktaya işaret ediyor.
Önce sistemsel olana, öfkeyi ve harekete geçme gücünü yöneltmemiz gerektiğini düşündüğüm tarafa bakalım. Fisa Çocuk Hakları Merkezinin Türkiye’de Çocuğun Yaşam Hakkı 2024 Yılı Raporuna göre 2024 yılında en az 777 çocuk önlenebilir sebeplerle yaşamını kaybetti. Bu çocuklardan 66’sı doğrudan devlet kaynaklı yaşam hakkı ihlalleri (zırhlı araç çarpması, çatışma atıkları, kamu görevlisi ihmali) sebebiyle hayatını kaybetti. 53 çocuk intihar etti. 21’i bireysel silahlanma sonucu, 56’sı şiddet, 473’ü ihmal nedeniyle yaşamını yitirdi.
Başta Çocuk Hakları Sözleşmesi olmak üzere, uluslararası insan hakları belgeleri devlete çok net bir sorumluluk yüklüyor: Çocuğun yaşam hakkını ihlal etmeme, başkalarının bu hakkı ihlal etmesini önleme ve aktif olarak yaşam hakkını güvenceye alma yükümlülüğü.
Çocuk hakkı ihlallerinin, çocuk intiharlarının ve akran şiddettinin yoğunlaştığına tanık olurken; bunun çocukları koruyamayan ve destekleyemeyen bir sistemin sonucu olduğunu görmeliyiz. Rakel Dink’in “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz” sözünü hatıralamalıyız. Şiddet, çocukların yaşadıkları deneyimler karşısında yalnız bırakıldığı bir ortamda, sistemin boşluklarında yeniden üretiliyor. Bu nedenle, taleplerimizi kişilere değil, sistemin ta kendisine yöneltmemiz gerekiyor. Talebimiz net olmalı:
● Çocukların ihtiyaçlarını zamanında fark eden ve harekete geçen mekanizmalar,
● Toplum temelli destekleyici sosyal politikalar,
● Hak temelli ve çok disiplinli bir çocuk koruma sistemi,
● Onarıcı ve önleyici işlevi güçlü bir adalet mekanizması.
Bir de üzerinde özellikle durmamız gereken bir konu var: Kazanılmış insan haklarının geri döndürülmesi çağrıları.. İnsan hakları sözleşmeleri; ikinci dünya savaşı sonrası, eşitliğin ve temel hakların korunmasını, gücü elinde tutanın iradesine bırakmama gayesiyle oluştu.
Tam da bu yüzden insan hakları evrenseldir; duygularla, tekil kararlarla eğilip bükülemez. Bunun tersini talep etmenin tehlikesini görmemiz gerekiyor.
Gücün keyfi kullanımının, adaletin gücü elinde bulunduranın keyfiyetiyle eğilip bükülmesinin ne demek olduğunu biliyoruz. Herkes için hak, hukuk, adalet talebini hatırlamak; evrensel olanı talep etmek zorundayız.
Evrensel olanın arkasında durmaya davetim, öfkeyi ve yası yok saymaya bir davet değill. Öfkeyi sistemden taleplerimizi ifade etmeye yöneltelim.
Her çocuk için haklarının korunduğu bir yaşamı isteyelim. Çocukların destek alabileceği mekanizmaları, hak temelli bir çocuk koruma sistemini, onarıcı ve önleyici işlevlerini yerine getiren adaleti hep birlikte talep edelim.
(SY/EMK)