Balon bilinç

3. Dünya Savaşı diye adlandırdığımız süreç, bunun paralelinde yaşanan "postmodern durum" ve neo-faşizmin artan etkinliği insanların genelinde yoğun bilinç bulanıklığı ve amnezi halini tetikliyor, süreğenleştiriyor. İnsanların düşünmeyle ilgili basit saikleri ve kerteriz noktalarını da kaybettiği bu zeminde ırkçılık, her türden ayrımcılık, komploculuk giderek daha fazla yaygınlaşıyor.
Bugün-Dün ve Yarın diyalektiği üzerinden yaşamı değiştirmeye çalışan devrimci yaklaşımın yerini şimdiye saplanıp kalmış kısır bir döngüyü, "yeni" diye tüketen insan yığınlarına dönüşmüş bir haldeyiz. Bu meselede günümüz kapitalizminin dünya genelinde yarattığı "geleceksizlik" durumu kritik bir önemde. Yerkürenin önde gelen politikacıları, Savaş'a yön veren birer ayrıksı karakter olmaktan çok, sürmekte olan/mevcut her anlamda çürüme-çözülme haline kendilerini kaptırmış durumdalar. Gelecekle ilgili bir projeleri yok. Problemleri Savaş'ı/parayı nasıl kazanırız, iktidarımızı hangi yolla daim kılarız sorusunun ötesine geçemiyor. İnsanlığa öğütleri, bataklıkta başkalarının sırtına basarak nefes almaya devam etmenin "erdem"inden bahsetmekten ibaret.
Gençler...
Geçenlerde yaşları 16-17 civarında bir kaç gençle oturuyorduk. Bu hepsi en az üç beş "yabancı" dil bilen ve yaşlarına rağmen şimdiden bir çok coğrafyayı görmüş olan bu çocuklardan ikisi, şimdilerde yükselen neo-Nazi zihniyet sayesinde yeniden modaya dönüşen köhnemiş bazı fikirleri hararetle savunuyorlardı. Ataerkillik kutsanıyor, ayrımcılığın sırtı sevgiyle okşanıyordu. Lafın oralara nasıl geldiğine dikkat etmemiştim ancak sonrasına kulak kesildim. Bu "doğrular"ı nereden öğrendikleri soruldu; işin ucu aziz Tik-Tok'a dayandı. Hem canım bu farklıydı, ihtiyarlara göre bir platform olan Facebook'a göre daha iyiydi...
Sonra Türkiye'de ve dünyanın sağında solunda "geleceğimiz yok, kaybedeceğimiz bir şey yok..." diye isyan eden gençlerin sözleri aklıma geldi. Bu işlerle haşır neşir bir arkadaşımsa "gençler artık internetten form doldurup bizi örgütleyin, biz de size katılalım..." diyor dediği bir sohbetimizi hatırladım. Bir çok şey hızla değişiyor, biz de dahil...
Günümüzün oligarşilerinin politikaları Güney Amerika'daki yerleşik aile kastlarından farklı. Kendi çıkarları ve keyfilik elbette bunların da düsturu ancak bu günün herhangi bir "değer"e sahip olmayan ve bu olasılığa dahi tahammül edemeyen şımarık oligarkları kendi dışlarındaki toplulukları "fazla" ve insan kategorisinin dışında varlıklar olarak görüyorlar; yani her an telef edilebilecekler hesabına sayıyorlar. Gazze örneğinde olduğu gibi yapıyorlar da...
Ortaklaşa mücadele
Dünyada yeni oligarşilerin neo-faşist zihniyetini sorgulayan, karşı çıkmaya çalışan siyasal kesimler de var. Ancak bunların çoğunluğunun, umutları ve enerjilerini halkların siyasallaşmasına, irade olmasına değil de, jeo-stratejik mantık diyebileceğimiz nihayetinde "güç"e, devletlere tapınmayı (Devlet'in olmadığı bir dünya mı dediniz? O nereden çıktı? Sümme haşa, tövbe tövbe...) onların dolayımıyla kurulan ilişkileri fetişize etmeyi ön plana çıkaran bir açmaza saplanıp kaldıkları görülüyor. Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası görünür hale gelen ve bugünlerde daha da belirginleşen "ideolojik sorun"un çözümü acil bir ihtiyaç olmayı sürdürüyor. Zira dünya ciddi bir hareketlenme içinde.
İnsanlar kendilerini geleceksizliğe mahkum eden şimdilerinden memnun değil. Ancak farklı tema ve örgütlülüklerle yürüyen bu mücadeleler, direnişler birer saman alevi gibi hızlıca sönmeye mahkum olmasa da değiştirici-dönüştürücü bir yönelimden yoksun. Dünya çapında sosyalizmi/komünizmi insanlığın umudu olarak cisimleştirecek bir ortaklaşmaya/enternasyonale ihtiyaç var. Geçmişe nazaran sorunların fazlasıyla paylaşıldığı bir zemindeyiz.
Kapitalizm karşıtı bir perspektiften yoksun "yerel"liğin ötesine geçemeyen yaklaşımlar kaçınılmaz olarak bugünün popüler ideolojik akımlarından milliyetçiliğin kirli-kanlı sularına kapılma riskiyle karşı karşıya. Bugünün Türkiye'sinde maalesef bu durum hali hazırda yaşanıyor. İktidar bloku içindeki çekişmelerde "vatan" türünden sözcükler etrafında şekillenen politik pratiklerin (devletin hafif dokunuşları eşliğinde) akıbetinin bu yönde olması kaçınılmaz. Özellikle Türkiye'de hakim sistem, Cumhuriyet'in şekillenişiyle somutlayabileceğimiz özgürlük, eşitlik ve adalet karşıtı yapısal sorunlardan muzdaripken "çözüm"ü aynı "devletin aklı"nın karanlık dehlizlerinde aramak büyük bir şaşkınlık hali olsa gerek, ancak çaresizlik yine de bir çok şeye kadir...
Şimdilik sözü, kısa bir süre de olsa hapishaneden çıkma şansı bulan Avukat Selçuk Kozağaçlı'yı karşılayanların attığı sloganlardan biriyle bağlayalım: Bu daha başlangıç...
(HA)